infak Yusuf, Diyarbakır’lı varlıklı bir âilenin oğlu. Yaşlı doktorla tanışıp dost olduklarında yirmi sekiz yaşında. Sık sık sohbet ediyorlar. Doktor amcamız birgün kendisine başından geçenleri sorunca, anlatıyor Yusuf:
“Benim babam çok zengindi. Evimizde yirmiden fazla hizmetkâr çalışırdı. Birgün mahallemize bir derviş geldi. Yıkık bir duvar kenarına, tahtadan bir kulübe yaptı ve orayı kendisine mekân tuttu. Babam çok dindar bir adamdı. “Bu derviş mahallemize geldi. Biz de hamd-ü senâlar olsun, hali vakti yerinde bir âileyiz. Bu dervişe bakmak bizim borcumuz. En güzel yemekleri hazırlayın. Yalnız dervişe saygı için hizmetkârlar götürmesin oğlum Yusuf götürsün.” dedi. O zamanlar ben altı-yedi yaşlarındaydım. Hakikaten sonradan anladım, ben götürmesem yemeği kabul etmeyecekmiş. Çünkü pek çok kişi yardım etmek istemiş ama derviş kabul etmemiş.”
Yusuf’un, mekânın en zengin âilesinin biricik oğlu olduğunu ve kendisine saygıdan dolayı çocuğun yemek getirdiğini gören derviş onu kırmayıp kabul etmiş. Yavaş yavaş ahbaplık peyda etmiş küçük Yusuf’la.
Bir gün Yusuf’a:
“Yusuf, sana bir deve yapayım ister misin?” demiş.
“İstemez olur muyum derviş amca” demiş Yusuf.
“Öyleyse sen bana, evden kendi yediklerinden artırdığın çerezden getireceksin. Ama kimse bilmeyecek. Yalnız sen kendine âit olan çerezden bana vereceksin. Çerezi baban gönderirse deveyi babana yaparım” demiş.
Bunun üzerine Yusuf, hakikaten kendi yediklerinden artırarak, derviş babaya her gün çerez, üzüm vs. getirmiş. Devamlı da soruyormuş devemin bitmesine ne kadar kaldı diye.
|